23 Temmuz 2015 Perşembe

Her gün geride kalmak kader mi?

Atatürk, 10. Yıl Nutku'nda "Kültürümüzü muasır medeniyetler seviyesine çıkaracağız." demiş. Atatürk'ün, bırakın İnternet'i, doğru düzgün iletişim kanallarının bile olmadığı zamanlarda, bu kadar derin ve kapsamlı analiz yapabilen ve bu kadar net saptamaları olan birisi olması ben her zaman çok etkiliyor. Bakın "ekonomimizi", "hayatımızı" veya "ülkemizi" diyebilirdi, ama "kültürümüzü" demiş. Modern siyasetçilerin "kişi başına düşen gelir", "duble yol", "hava alanı sayısı" gibi şeylerle gelişmişlik ölçtüğüne dikkat edin. Atatürk, bir ülkenin gelişmesi için, yollar köprüler hatta fabrikalar yapmanın yeterli olmadığını o zamandan biliyormuş.

Neredeyse bütün Atatürk devrimlerinin kültürel olması bu yüzden diye düşünüyorum. O zamanki devrimler, o zamanın şartları yüzünden mecburen üstten inme olarak uygulanmış ama zaten hiçbir değişim birden bire toplumun tamamı tarafından talep edilip olmaz. Alttan gelen değişimi başlatanlar o toplumun ancak %1'ini oluşturur. Değişim önce kendi çevrelerinden başlar, sonra giderek yayılır ve belli bir kritik oranı geçtikten sonra toplumun "kültürü" değişir. Oran olarak çok düşük olsa da, bu yetişmiş kişileri ülkede tutamamanın ne kadar büyük bir felaket olduğunu şu anki Yunanistan'da görebilirsiniz. (Ülkenin kaynaklarını kullanarak yetişen insanların, kendilerine daha iyi imkanlar sağlayan diğer AB ülkelerine göçtüğü için Yunanistan'ın belini doğrultamadığı teorisine katılıyorum ben.)

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk entellektüellerinden olan Tanpınar, 1950'lerde "Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor." diyerek, iyi eğitimli ve idealist birisi için bu ülkede yaşamanın ne kadar zor olduğunu çok net anlatmış. Ama bu bir bahane olamaz, olmamalı! Zaten bir ülkeyi geliştirecek olan "yetişmiş kişiler", güncel olayları veya spor, magazin gündemini takip etmiyor olmalı.

Nefret söylemiyle, kalıplaşmış boş etnik-dini söylemlerle geçen her gün bizi geriye çekiyor! Hayatımızı, çocuklarımızın hayatını, semtimizi, şehrimizi, bu ülkeyi, bu toplumu geliştirmek için tek yapabileceğimiz şey: sürekli kendimizi geliştirmek ve kendi alanımızda en iyi olmaya çalışmak, sonra da bunu çevremizdeki potansiyeli yüksek kişilere aktarmak.

İnternet'in herkese eşit imkanlar sağladığı bir dünyada, "Türkiye'de yaşadığımız için bir o teknolojik gelişmeleri kaçırmışız" deme lüksümüz yok. Her erkeğe zorla askerlik yaptırıp sınırda nöbet tutturarak, insanlara "lütfen bugün bari paylaşımlarınıza dikkat edin" diye sözde hassasiyetlerle başkalarının ne yapmaması gerektiğini dikte ederek bu ülkeyi kalkındıramayız. Terörü sosyal medyada lanetleyenler, teröre hizmet ediyor, hatta büyütüyor; çünkü terörün amacı zaten tam olarak bu: başka bir şey düşünmeyi engelleyecek şekilde insanların beyninin felç etmek.

Medyada gördükleriniz yüzünden İsrail düşmanı olabilirsiniz, devlet terörü yaptığını düşünüyor olabilirsiniz, ama orada yaşayan insanların da sürekli savaş durumunda olduğunu, sürekli füze saldırısı tehdidi altında oldukları bir gerçek. Peki nasıl oluyor da sürekli terör psikolojisinde olması gereken o ülke, dünyanın en büyük teknoloji geliştiricilerinden biri olup bütün dünyaya teknoloji ihraç ediyor? Çünkü kültürlerini çatışma/nefret üzerine değil, bilim, eğitim ve gelişim üzerine kurmuşlar. Yahudi annelerin çocuklarını büyütürken "senden bir Nobel istiyorum, çok şey mi istiyorum" dediği şakası yapılırken, biz neden kazaya ve kadere inanmak zorunda kalalım?

Özetle, diyeceğim şu ki: Kendimizi, kendi uzmanlık alanlarımızda geliştirmeden, çevremizi geliştirmeye çalışmadan geçen her gün geride kalıyoruz! Bunun bir özrü, mazereti yok, kabul etmiyorum!

0 comments:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok değerli. Şimdiden teşekkür ederim.

Son zamanlarda en çok okunan yazılar: