26 Kasım 2012 Pazartesi

Her yerde, her zaman İnternet

Yıllar önce, 2003'te sanırım, Koç Üniversitesi'nde İşletme bölüm derslerinden MGIS (Management Information Systems) dersini aldığım hocamız Deniz Aksen ısrarla İnternet'in bir özelliğine vurgu yapardı: ubiquitous (pervasive) oluşu.
Yakınsama, yani farklılıkların giderek yok olması
Tanım olarak ubiquitous (okunuşu: yubikıtüs), yeri ve zamanı belli olmayan, her yerden, her zaman erişilebilen demek. Türkçede, cihazlar arasındaki ayrımın giderek yok olmasına yakınsama (convergence) diyoruz, ama o da tam yeterli değil bu kavramı karşılamaya. Çünkü bir de Post-PC Era (PC Sonrası Dönem) olarak kavramlaşan, tabletler, mobil cihazlar, laptoplar ve hatta İnternet bağlantısı olan bilekliklerle İnternet'e bağlanılması da bu ubiquitous tanımının içinde olmalı.
Cep telefonlarının artık İnternet'e bağlanma aracı olarak konumlanmaya başlaması ve hızlarını alamayıp telefon özelliklerinden de arınıp "mobil cihazlar" olarak tanımlanmaya başlamasıyla, İnternet deneyimi iyice yer ve zaman bağımsız olmaya başladı. Artık İnternet'e bağlanmak sadece bilgisayar başında oturmak ve 15 inç bir ekrana bakmak demek değil. Cebimizde sürekli İnternet'e bağlı cihazlar taşıyoruz ve e-mail aldığımızda, Twitter'da birisi bizden bahsettiğinde, Facebook'ta bir arkadaşımız bizim fotoğrafımızı yüklediğinde, hatta bir arkadaşımız bize yakın bir noktada check-in yaptığında cebimizdeki o cihazdan uyarı alıyoruz.

Eskiden bizim, anne-babalarımızı iş yerlerinin sabit telefonundan arayıp, çıkan kişiye kendimizi tanıtıp anne-babamızı telefona istediğimiz zamanlarda, Amerikan filmlerinde doktorların kemerlerine taktıkları çağrı cihazlarına bakıp "gitmem lazım, acil bir durum var" demeleri ne kadar da ilginç gelirdi. Adamlar kişisel mobil cihazlarına gelen bir kod ile iletişim kuruyorlardı. Kim bilir ne kadar yoğun bir hayat yaşıyorlardı.

Sonra Blackberry'nin en iyi mobil cihaz olduğu yıllarda, o cihazlardan İnternet'e girmek bir eziyetti ama mail konusunda mükemmeldi. Hem yazması kolaydı (tuşlu olduğu için), hem de mail geldiğinde titreşip uyardığı için inanılmaz hızlı bir iletişim imkanı sağlıyordu. Bu teknoloji insanların başını döndürdü ve BlackBerry kullanan çoğu kullanıcı Crackberry adı verilen psikolojik rahatsızlığa yakalandı. Mail gelmediği zamanlarda bile sanki telefonları titreşmiş gibi geliyordu ve heyecanlanıyordu insanlar.

Yeni nesil için bu geçiş süreci çok komik gelecek. Biz bile bu geçişi yaşayıp, şimdilerde yavaş yavaş bu zaman ve mekandan bağımsız İnternet bağlantısını kanıksamaya başladık. Koşu bandına binip koştuğumuzda, Nike bilekliğimizin Facebook'a "şu kadar kilometre koştum" diye otomatik bir post atması çok sıradan bir şey gibi geliyor.

Peki bu kadar yoğun bir iletişimin içinde ve sürekli bağlantıda olmak, insanları gerçekten daha yoğun mu yapıyor? Bence hayır! Çünkü teknoloji ne kadar değişirse değişsin, "İnsan" değişmiyor. Hala 24 saatimizin 7-8 saatini uyuyarak geçiriyoruz, hala yemek için geniş zaman ayırmayı seviyoruz, hala oturup bir çay içmek, kahve içmek gibi keyiflerimiz var, hala gidip yeğenimizle oynamak için zaman ayırmak istiyoruz, hala en fazla 150 kişiyle gerçek anlamda karşılıklı ilişki kurabiliyoruz, hala birisiyle konuşurken gözümüzün içine bakmasını istiyoruz (hatta biz konuşurken elinde Twit, ayak ayak üstüne atanları işten kovuyoruz).

Tek değişen, her gün maruz kaldığımız mesaj sayısı ve bunları yorumlama şeklimiz. Mesela medya tüketimimiz ve karar verme süreçlerimiz...

0 comments:

Yorum Gönder

Yorumlarınız benim için çok değerli. Şimdiden teşekkür ederim.

Son zamanlarda en çok okunan yazılar: